ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ

Niyet Hayır Akıbet Hayır

 HAFIZ ABDULLAH İŞLER
EL-EZHER’Lİ BİR ÂLİM

 

 



Doğumu ve Eğitimi

 Hafız Abdullah İşler, 1928 yılında Kızılcahamam İlçesinin Kuşçuören Köyünde doğdu. Babası molla Hasan ismi ile tanınan Hasan Efendi, annesi Ayşe Hanımdır. Kur’an’ı Kerim okuma öğrenimine köyünde babası Hasan Efendi’de başladı. Önce yüzüne Kur’an’ı Kerim okumayı öğrendi, sonra da hafızlığa başladı. 10-12 yaşında iken Alpagut Köyüne gitti. Alpagut’lu Hafız Mehmet Yılmaz’da hafızlık çalışmasını bitirdi. Hafız Abdullah İşler, Alpagut Köyünde geçen günlerini şöyle anlatıyor: - Ben Alpagut’da “Cin Durmuş” ismi ile anılan Durmuş Efendi ile eşi Zeliha Hanımın evinde kalıyordum. Abacı Köyünden Durmuş Abacı da benden iki sene sonra Alpagut’a geldi ve aynı evde birlikte kaldık. Durmuş Efendi’nin evi tek odadan ibaretti. Evin içinde biraz yüksekçe bir yer vardı. Oraya “Seki” denilirdi. Sekinin bir ucunda ben, bir ucunda Durmuş Abacı yatardı. Evin ortasında soba vardı. Evin sahipleri, evin ortasında yere yatak yapar ve orada yatarlardı. O yıllarda Alpagut Köyünde her evde bizim gibi diğer köylerden gelip, okuyan çocuklar vardı. Şimdi biz onların yaptığı özveriyi yapamayız. Bize karşı çok iyi davranırlardı. Yazın çalışmak için tarlalara giderlerdi. Akşam onlar işten dönmeden, ben evde bulgur pilavı, tarhana çorbası hazırlardım. Akşam eve geldiklerinde yemeği hazır bulurlardı ve çok sevinirlerdi. Yiyecek giderlerimiz, evinde kaldığımız aile tarafından karşılanırdı. Ancak babam ara-sıra gelir, tarhana, bulgur, pirinç gibi yiyecekler getirirdi. Babam haftanın Perşembe günleri YABANABAT pazarında kasaplık yapardı. Bazı haftalar pazara giderdim. Babam bana et, kuruyemiş ve şeker gibi şeyler alırdı, onları da kaldığım eve getirirdim. Hafız Abdullah İşler, Kur’an eğitimini ilerletmek için 1945 yılında İstanbul’a gitti. İstanbul’a giderken yol parasını köy halkı toplayıp verdiler. Kamyonla ve manifaturacı Hasan Efendi ile birlikte gönderdiler. İstanbul’da Hacı Fahri Kiğılı’nın evinin altındaki yatılı Kur’an kursuna girdi. Orada yatıp-kalktı. Kurstaki öğrencilerin yeme-içme harcamaları da Hacı Fahri Kiğılı tarafından karşılanıyordu. Bir süre Hacı Fahri Kiğılı’nın ücretsiz imamlık yaptığı camide de yatıp kalktı. Hafız Hasan Akkuş’ta Kur’an’ı Kerim talim ve tecvidi okumaya başladı. Yaşı ilerlediği için vatani görevine çağrılmıştı. Vatani görevini İstanbul Topkapı Maltepe’de yaptı. Vatani görevini yaparken bir yedek subay onu emireri seçti. Bu nedenle öğrenci olduğu Kur’an kursuna hemen her gün gündüzleri gidebiliyordu. Hacı Fahri Efendi’nin yetişkin öğrencilerindendi. Bu nedenle ona öğrenci okutmada da yardımcı oluyordu. O günlerde Arapça eğitimine de başladı. Önce Musa Kazım Efendi isimli hocada Arapça okumaya başladı. Sonra da hemşehrisi Fatih Camii Müezzini Rıza Çöllüoğlu’ndan eski usule göre Arapça “sarf” ve “nahiv” dersleri aldı. Hafız Abdullah İşler, Şehzade Camii imamı Necati Efendi’den de Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun okuma dersleri aldı. Vatani görevinin iki yılı İstanbul’da geçti, kalan 10 aylık kısmı için Trakya Çifte Nöbetçilere gönderildi. 1950 yılının sonlarına doğru vatani görevini bitirdi. Hafız Abdullah İşler’in Mısır’a gitmeden önce hiçbir eğitimi olmadı. Babası onu köyündeki 3 sınıflı okula göndermemişti. Türkçe okuma-yazmayı başkalarının yardımı ve kendi özel çabası ile öğrendi. İlkokul diplomasını Mısır’dan Türkiye’ye döndükten sonra aldı.

 

Eğitim İçin Mısır’a Gidişi

 

 Hafız Abdullah İşler, eğitimi için Mısır’a gidiş olayını şöyle anlatıyor: - Vatani görevimi bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiştim. Hacı Fahri Efendi’nin kursunda bıraktığım sivil giysilerimi alacaktım. Döndüğümde elbiseler yerinde yoktu. Kurs arkadaşım Ahmet Ramazan bana; “ben Mısır’a gideceğim” dedi. Ben, “ben de giderim” dedim. Bizi bir Mısır tutkusu aldı. Hacı Fahri Efendi’ye düşüncemizi anlattık. O düşüncemizi uygun gördü ve bize pasaport almak için yardımcı olacağını söyledi. Kendisi ile helalleştik. Pasaportlarımızı çıkarttık. Mısır vizesi alma konusunda Rahmetli Mustafa Runyun bize yardımcı oldu. Köye geldim, anamı-babamı ziyaret ettim. Annem-babam çok razı olmadılar. “Köyden birini bulup, seni evlendirelim” dediler. Daha sonra beni çok acele ilk eşim Alpagut’lu Zeliha ile nişanladılar. Köyde bir-iki ay kadar kaldım. Bir gün babamla-anneme “ilim söz konusu olursa, Allah günah yazmazmış. Siz razı olmazsanız da ben gideceğim” dedim. Ben kararlı davranınca köy halkı bana biraz yol parası topladılar. O para ile İstanbul’a döndüm. Hoca Fahri Efendi vapur biletimizi alıverdi. Hoca Fahri Efendi, ilimde ilerleyeceğine inandığı, ışık gördüğü gençlerin bu çeşit giderlerini karşılardı. 1950 yılı Aralık ayının 16. günü İskenderiye’ye vardık. Bir gece İskenderiye’de kaldık. Misafir kaldığımız evin sahipleri tren biletlerimizi aldılar. Bizi Kahire’ye gönderdiler. Kahire’de bizden önce gitmiş öğrenciler vardı. Onlar Bağdat Oteli’nde kalıyorlardı. Bizi de o otele yerleştirdiler. El-Ezher Üniversitesine kaydımızı yaptırdık ve derslerimize başladık. Hafız Abdullah İşler, Mısır eğitim sistemine uygun olarak ilkokul, lise ve yükseköğretimini Kahire’de El-Ezher Üniversitesi’nde yaptı. Yükseköğrenimini dini ilimler fakültesinde bitirdi. Bir yıl da “Medeni Hukuk” dersleri okudu. 1951-1960 yılları arasında Türkiye’ye gelip-gidebiliyordu. Ramazan aylarında gittiği Yunanistan Gümülcine’de yaptığı vaazlardan dolayı, 1960 askeri darbesinden sonra, Türkiye’ye gelişinde, hakkında polis soruşturması başlatıldı. Bu nedenle üç yıl kadar Türkiye’ye gelip-gidemedi. 1963 yılı Ağustos ayında uzun bir vapur yolculuğundan sonra Türkiye’ye döndü. Dönüşte Türkiye girişinde incelenmek üzere kitaplarına el kondu. Daha sonra bir kısmı kendisine geri verildi, bir kısmı geri verilmedi. Mısır’da kalış süresi yaklaşık 13 sene oldu. Hafız Abdullah İşler, Mısır’da kaldığı yıllarda maddi giderlerini nasıl karşıladığını da şöyle anlatıyor: - Ramazan aylarında Yunanistan Gümülcine’ye vaaz için gittiğimde biraz gelirim oluyordu. Türkiye geliş-gidişlerim sırasında yaptığım vaazlardan da biraz maddi yardım alıyordum. Ancak maddi giderlerimizin önemli kısmı Kahire’deki Türk vakıflarınca karşılanıyordu. İlk zamanlarda Türk talebelerine 5 Mısır lirası veriyorlardı. O günün koşullarında bu para bizi geçindiriyordu. Daha sonraki yıllarda paranın değeri düştü. Gene de bizi açlıktan koruyordu. Türkiye’ye geldiğim yıllarda Hacı Fahri Kiğılı Hocama uğruyordum. O da Mısır’daki Türk öğrencilerine dağıtılmak üzere topladığı paraları bana veriyordu. Ben de bu paraları Türk öğrencileri arasında dağıtıyordum. Benim gittiğim yıllarda Kahire’de 15-20 Türk öğrenci vardı. Daha sonra bu sayı 50-60, zamanla 90-100 oldu. Tanıdığım Türk öğrenciler arasında Ali Özek, Emin Saraç, Osman Saraç, Mehmet Müftüoğlu, Ali İhsan Okur, Ahmet Karaca, Sezai Akdoğan, Mesut Erdoğan, Şevket Meraki, Ali Aras, Ali Hastaoğlu’da vardı. Hafız Abdullah İşler, Kahire’de eğitimini sürdürdüğü yıllarda son Osmanlı Şehül İslamlarından Mustafa Sabri Efendi ile İslam Konferansı Örgütü Başkanı Prof.Dr. Ekmelettin İhsanoğlu’nu ve onun babasını da tanımıştı. Onlar hakkında anılarını da şöyle anlatıyor: - Ekmelettin İhsanoğlu, ben Mısır’a gittiğimde küçük bir çocuktu. Ben babası Ali İhsan Hoca’dan ders alıyordum. Ali İhsan Hoca çok ciddi bir ilim adamı idi. Bir tekkede kalıyordu. Oğlu Ekmelettin’i elinden tutup gezdirirdi. Babası Onun geleceğinde bir ışık görüyordu. Mustafa Sabri Efendi’yi de tanıyordum. Kendileri ile Türk talebeleri olarak zaman zaman görüşür, sohbet ederdik. Ben orada iken Mustafa Sabri ve Ali İhsan Efendi vefat ettiler. Mısır’da kabirler toprağın altında, kapısından girilen çıkılan bir koridor halinde oluyor. Cenazeler bu koridorda sağlı-sollu hazırlanmış kabirlere konuluyor.  Ben her ikisinin de kabirlerine konulmasında bulundum. Kabrin üstüne kum yığıp, kapısını kapatıyorlar. Ali İhsan Efendi, Mustafa Sabri’den iki yıl sonra vefat etmişti. İhsan Efendi’yi kabrine koyduğumuz gün, Mustafa Sabri Efendi’nin kabrindeki kapıyı açıp, cesedine baktık. Bedeni iki yıl önceki gibi duruyordu. İhsan Efendi’yi kabrine koyduktan bir süre sonra mezar yokluğu nedeniyle, İhsan Efendi’nin kabrinin ayak ucuna kimsesiz bir çocuğu defnettik. Bir süre sonra bizim öğrenci arkadaşımız ve hemşehrimiz Mehmet Özgün vefat etti. Onu da aynı yere defnettik. Biz Mehmet Özgün’ü gömerken, Mustafa Sabri Efendi ile Ali İhsan Efendi’nin kabirlerine yeniden baktık. Her ikisinin de cesetleri gömüldükleri günkü gibi kefenlerinin içinde duruyordu. Fakat Ali İhsan Efendi’nin ayak ucuna konulan çocuğun bedeninden hiçbir şey kalmamıştı. Hafız Abdullah İşler, dünyaca ünlü Ezher Üniversitesi hakkındaki görüşlerini de şöyle özetliyor:

 - Bizim okuduğumuz dönemde El-Ezher Üniversitesi’nde ciddi bir durum vardı. Ben liseyi okurken çok hasta olduğum halde girdiğim sınavda tefsir tersinden 3 puan noksan aldığım için o yıl sınıfımı geçemedim. Ertesi yıl aynı sınıfın tüm derslerinden sorumlu olarak yeniden sınavlara girdim. El-Ezher’de Habeşistan, Sudan ve çeşitli Afrika ülkelerinden öğrenciler vardı. Daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne bağlı ülkelerden de öğrenciler gelmeye başladı. Bulgaristan, Türkmenistan, Kazakistan vb. ülkelerden de öğrenciler geliyordu. Öğrencilerden başka dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen bilim adamları konferanslar verirdi. 1950 Kore Savaşından sonra Müslüman olmuş bir Kore’li profesör El-Ezher’e geldi. El-Ezher’de verdiği konferansta, “Ben müslümanım, biz islamiyeti Kore’de savaşan Türk askerleri ile tanıdık. Kore’ye İslamiyet Türk askerleri ile geldi.” dedi. Hafız Abdullah İşler’in Kahire El-Ezher Üniversitesi’nce verilen bitirme diplomasının denkliği Türkiye yönetimince tanınmadı. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı merkez kuruluşunda açılan bir sınavda kazanarak ilkokul diploması ile 24. 02.1966 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu’nda mütercim olarak görev alabilmişti. Başkanlık Kuruluşunda görevi sürerken, bilgi ve görgüsü artsın diye Bağdat’a gönderildi. Bağdat’da bir yıl yüksek öğrenime devam ettikten sonra, yurtdışından aldığı ikinci diploma ile Türkiye’ye döndü. Böylece Türkiye yönetimince yüksek öğrenimi onaylanmış oldu.  

 

Görevleri

 

 Hafız Abdullah İşler, dini hizmet mesleğindeki görevlerine kendi köyünde ve hafızlık yaptığı Alpagut Köyünde imamlıklar yaparak başladı. Türkiye’ye döndükten sonra El-Ezher diplomasının denkliği kabul edilmediği için ilkokul mezunu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılan mütercimlik sınavını kazanarak, bu göreve atanmıştı. Daha sonra Bağdat’dan aldığı diploma ile Polatlı İlçe Müftüsü oldu (20.03.1972). Polatlı Müftüsü iken 1973 yılı milletvekili seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nden Ankara Milletvekili adayı oldu. Bu nedenle 15.06.1973 tarihinde Mengen Vaizliği’ne nakledildi. 2 yıl bu görevde kaldıktan sonra, 29.07.1974 tarihinde Ankara Altındağ Vaizliği’ne, daha sonra 12.04.1977 tarihinde Ankara Merkez Vaizliği’ne atandı. İlgili yönetmelik gereğince rotasyona tabi olarak 16.09.1985 tarihinde Gölcük Vaizliği’ne nakledildi. Son resmi görevi olan Gölcük Vaizliğinde de yaklaşık bir yıl kadar görev yaptıktan sonra 16.07.1986 tarihinde emekli oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 1986 yılı ramazan ayında Almanya’daki yurttaşlarımıza dini irşadda bulunmak üzere görevlendirildi. Hafız Abdullah İşler, emekli olduktan sonra da mesleği ile ilgili hizmetlerini sürdürdü. 1986 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bir ay süre ile geçici olarak görevlendirildiği Batı Berlin’deki konuşmaları cemaat tarafından beğenilmişti. Emekli olduktan sonra özel cami yönetimlerinin isteği üzerine, 1987 yılında yeninden Batı Berlin’e gitti. İki yıl imam-hatip ve vaiz olarak görev yaptı. Daha sonra Türkiye’ye döndü. İkinci kez Berlin’e çağırıldı. Batı Berlin’de bir yıl daha görev yaptı ve Türkiye’ye döndü. Yurda döndükten sonra Anadolu Finans Kurumu’nda dini işler danışmanı oldu. Bu arada Kızılcahamam-Çamlıdere Eğitim ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nda da genç-yaşlı hemşehri öğrencilerle dini sohbetler ediyordu. Kırgızistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu ve benzeri ülkelerde büyük bir dini bilgi boşluğu olduğu görülmüştü. Türkiye’den resmi veya özel kuruluşlar bu ülkelerdeki dindaşlarına dini bilgi sunmak konusunda çaba içindeydiler. Anadolu Finans Kurumu, Abdullah İşler’e dini konularda öğrencilere eğitim vermek üzere Kırgızistan’a göndermeyi teklif etti. Abdullah İşler, 1992 yılının 9. ayında Kırgızistan’a gitti. İki hafta orada inceleme yaptıktan sonra teklifi kabul etti. Abdullah İşler, Kırgızistan’da görev kabul edişini ve oradaki çalışmalarını şöyle anlatıyor: - Kırgızistan’da yaptığım iki haftalık inceleme gezisi sonunda Kırgızların İslam dini hakkında hiçbir şey bilmediklerini tespit ettim. Halk dinleri hakkında bilgi sahibi olmayı da istiyorlardı. Oraya gidilmesinin ve Kırgız halkının dini bakımdan aydınlatılmasının benim gibi din hizmetlilerine düşen bir görev olduğunu düşündüm. 1992 yılının 12. ayında sürekli kalmak üzere Kırgızistan’a gittim. Önce 60 öğrenci ile eğitime başladım. Öğrencilere önce Türkçe öğretiyor, din eğitimi veriyor, hafızlık yaptırıyordum. Bir yıl sonra öğrencilerimizi imamlık yapacak düzeyde eğitiyorduk. Ben orada 9 yıl görev yaptım. Bu süre içinde öğrencilerimizden hafızlığını bitirenlerin 50-60 kadarı Pakistan, Suudi Arabistan gibi ülkelere eğitimlerini ilerletmek için gittiler. Öğrencilerimiz sadece Kırgızlardan ibaret değildi. Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’dan da öğrencilerimiz vardı. Öğrencilerimiz eğitimlerini yatılı sistemle sürdürüyorlardı. Ben döndükten sonra 2001 yılında bizim okul Kırgızistan Müftülüğü’ne bağlı bir yüksek okula dönüştürüldü. Bu okul, halen İstanbul’daki Aziz Mahmut Hüdai Vakfı tarafından verilen maddi destekle eğitimini sürdürüyor. Benim yetiştirdiğim öğrencilerin büyük bir kısmı Kırgızistan’da dini hizmette görev aldılar.  

Tasavvuf Hayatı

  A bdullah İşler Hoca’nın, tasavvufi bir yaşamı da vardır. O bu hayatın nasıl oluştuğunu da şöyle anlatıyor: - Tasavvuf meselesi işin garip tarafıdır. Kahire’de Hz.Hüseyin adına, “HÜSEYİN EFENDİMİZ” camii var. Hz. Hüseyin Efendimizin bu camii içinde bir türbesi bulunuyor. Söylendiğine göre, Hz. Hüseyin Efendimizin başı oradaymış. Hz. Hüseyin Kerbela’da şehit edildikten sonra, başını Şam’a götürmüşler, sonra da zaman içinde Kahire’ye getirilip, camideki türbeye konulmuş. Hz. Hüseyin Efendimizin şehit edildiği gün, bu camide ve bazen de diğer günlerde şii, sünni birçok kişiler geliyorlar, orası insanlarla dolup taşıyor. Tasavvufi kimlikli kişiler de geliyorlardı. Kimi hırpani kıyafetli görünsün diye çuval giymiş, o kalabalık içinde temizlikten uzak kimseleri görüyorduk. İslam dininin temiz inançlarına uygun görmediği bazı davranışlar sergiliyorlardı. Onlar gibi olmak bize ters geliyordu. Biz bu durumu görürken, tasavvufa bulaşmamızı düşünemezdik. Türkiye’ye döndükten sonra 1964 yılında Kızılcahamam Merkez Camii imam-hatibi Osman Emiroğlu, Kızılcahamam’da bakkallık yapan Salih ile Mehmet Zahit Kotku ve Sami Ramazanoğlu üstatları ziyaret etmeye karar verdik ve İstanbul’a gittik. Önce Mehmet Zahit Kotku ve sonra da Sami Efendi’yi ziyaret ettik. Bakkal Salih, Sami Efendi’ye “Efendim, biz sizden ders almaya geldik” dedi. Hacı Sami Efendi “Bizim adetimiz, ders almak isteyene ‘İSTİHARE’ yapmayı önermektir, siz istihare yapın, sonra gelirsiniz görüşürüz” dedi ve “biraz tövbe edin, istihareye devam edin, nafile oruç tutun, gece ibadete kalkmaya çalışınız” dedi. Bir süre sohbetten sonra ayrıldık. Ankara’ya döndükten sonra Sami Efendi’nin tavsiyelerini mümkün oldukça uygulamaya çalıştım. İkinci kez kendisini ziyaret ettim. Yaptığım bir istiharede; kendimi İstanbul Beyazıt Camii’nde görüyordum. Camide güzel güzel giyinmiş insanlar caminin bir bölümünde, bir kürsünün çevresinde toplanmış oturuyorlardı. “Neden burada oturuyorsunuz” dedim. Dediler ki; “Şimdi buraya bir kişi gelecek, o kişi bize konuşacak, biz onu bekliyoruz.” Ben de beklemek istedim ama, onların arasına giremedim, dışarıda kaldım. Beklenen kişi geldi. Ben o zatı tanıdım. Daha önce de görüşmüştüm. Bu kişi Hacı Sami Efendi idi. Kürsüye çıktı, konuşmaya başlamadan önce bana baktı. Elinde iki tane kitap vardı. Birinin rengi gül renginde, diğeri sanki kül rengine yakındı. Hacı Sami Efendi bana kitapları uzatıp verdi. Bu rüyadan sonra ben tekrar İstanbul’a Hacı Sami Efendi’yi ziyarete gittim. Hacı Sami Efendi bana “İstihare yaptın mı?” dedim. Ben de “evet efendim” dedim. Rüyamı anlattım, sonra bana ders verdi. O günden bu güne tasavvufi yaşamım devam ediyor.

 

 Evlilikleri ve Çocukları

 

 Hafız Abdullah İşler’in ilk evliliği hafızlık yaptığı Alpagut köyünden Zeliha Hanımla oldu. Mısır’da öğrenci iken ikinci evliliğini yaptı. Bu evliliğinin gerekçesini şöyle anlatıyor: - Ben Mısır’da iken hemen her yıl Türkiye’ye gelip iki-üç ay kalıyordum. Bazı yıllar, özellikle 1960 yılından sonra gelemez oldum. Mısır’ın kadınları çok tehlikeli, pek de içine kapalı değil. Her şeyi apaçık söyleyiverirler. Gelenek-görenekleri böyle. Bazı davranışları ile erkekleri etkilerler. Bir kısım öğrenci arkadaşlarımız orada nefislerine kapıldılar, kötü olaylar oldu. Ben bu olaylardan uzak kalmak için orada ikinci bir evlilik yaptım. Benden önce arkadaşımız Hüseyin Avni Çelik bir evlilik yapmıştı. Onun hanımı ile benim evlendiğim hanım arasında bir tanışıklık varmış. Ben Hüseyin Avni’ye evlenmek istediğimi söyleyince, onun hanımı aracılığı ile Mısır’daki eşimle evlendim. İkinci eşimin adı Atiyat’tır. Babası Türk, annesi Mısırlı idi. Dul bir hanımdı, o da benimle ikinci evliliğini yapmıştı. Çocuğu yoktu. 1961 yılında bir kızımız oldu. Nursen isimli bu kızım halen Mısır’da yaşıyor. Evlendi, 4 çocuğu var. Ben Kırgızistan’da iken Atiyat hanım vefat etti. Kızımla görüşüyoruz. O Ankara’ya geliyor, biz Kahire’ye gidiyoruz.  Türkiye’deki kardeşleri ile sürekli haberleşiyorlar. Kızımı Mısır’daki geleneklere göre ben evlendirdim. Abdullah İşler Hoca, Kırgızistan’da görev yaptığı dönemde bir evlilik daha yaptı. Bu evliliğin gerekçesini de şöyle anlatıyor: - Kırgızistan’da kaldığım 9 yıllık süre içinde bir evlilik daha yaptım. Orada evlendiğim eşim, bizim okulda aşçı olarak çalışıyordu. Eşimin sakat bir oğlu ve evlatlık bir kızı vardı. Sakat oğluna bakamadığı için evlenmek istiyordu. Nasipmiş evlendik. Evlatlık kızını Ankara’ya getirdim. Burada okuttum ve evlendirdim. Ben Kırgızistan’da bir ev ve biraz arazi satın almıştım. Onları kızıma verdim. Eşim de ben, Ankara’ya döndükten bir ay sonra vefat etti. Abdullah İşler’in Türkiye’deki ilk evliliğinden 3 oğlu, 2 kızı oldu. Büyük oğlu Nurullah İşler, Ankara Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olarak çalışıyor. İkinci oğlu Prof.Dr. Emrullah İşler Gazi Üniversitesi’nde arap dili ve edebiyatı bölümünde öğretim üyesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı, küçük oğlu Ahmet Sami İşler, tekstil dalında ticaret yapıyor. Kızları Hamiyet ve Nuran ev hanımı, evlendiler, çoluk-çocuk sahibi oldular. Abdullah İşler’in ilk eşi Zeliha Hanım, 2007 yılında vefat etti. Abdullah Hoca, bu kerre Kadime Hanımla evlendi. Allah her ikisine de sağlıklı ve mutlu ömürler versin.

 

Genel Bir Değerlendirme

 

 Hafız Abdullah İşler, öncelikle iyi bir hafızdır. Mısır şivesi ile ve etkileyici bir uslupla okuduğu Kur’an’ı Kerim’le dinleyenleri manevi olarak etkileme yeteneğine sahiptir. İkinci olarak, önce Türkiye’de sonra da Mısır’da 13 yıl eğitim görmüş bir kişi olarak İslam dini ile ilgili Arapça temel dini kaynaklardan kendi dili ile yararlanma olanağına sahiptir. Arkadaşı ve meslektaşı Rıza Çöllüoğlu’nun deyimi ile bu kaynakları gazete okur gibi okuma ve anlama gücü var. Aynı zamanda iyi bir hatip. Coşkulu vaazları ile kendisini dinleyenleri etkilemede başarılı bir vaiz. Buna karşın mütevazi, bulunduğu dini toplantılarda ön plana çıkmak gibi bir hevesi yoktur. Bu özellikleri ile Ankara’daki dini çevrelerde ve özellikle Kızılcahamam ve Çamlıdere’li hemşehriler arasında saygın bir yeri var. Halen 80 yaşın içinde. Yüce Allah sağlık ve mutluluk dolu yıllar sürecek bir ömür versin.   



Yöremizin yetiştirdiği âlimlerden

Abdullah İŞLER ile...

 

Kemal GÜRAN: Kızılcahamam Çamlıdere yöresinin yetiştirdiği değerli hocalarımızdan Abdullah İŞLER ile bir söyleşi yapacağız. Sayın Hocam, doğduğunuz köy, anneniz, babanız, doğum tarihiniz ve çocukluk çağınızla ilgili bize bilgi lütfeder misiniz?

Abdullah İŞLER: Bizim köyün adı Kuşçuören'dir, Kızılcahamam'ın Çeltikçi Nahiyesine bağlıdır. Kuşçuören köyünün arkasında koca bir dağ vardır, çamlık alandır, önünde de arpalık denen bir arazi vardır, iki tarafı dağlarla çevrilidir, karşısında Yakakaya köyü vardır. Şimdi köy yeri sel ağzında olduğu için kaldırılmaya çalışılıyor. 12 Eylül 1928'de Kuşçuören köyünde doğdum, on yaşıma kadar Kuşçuören köyünde büyüdüm. On yaşıma geldiğimde Alpagut köyüne Hafız Ağa'ya okumaya gittim. Alpagut köyünde Cin Durmuş derlerdi Allah rahmet eylesin, hanımı hâlâ yaşıyor Zeliha Ebe, onların evinde kaldım. Oradan da İstanbul'a Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendi'ye okumaya gittim.


Kemal GÜRAN: Ne kadar sürede hafız oldunuz?


Abdullah İŞLER: Ben Alpagut köyünde bir senede hafızlığı bitirdim, daha öncesinde köyümüzde babam hafızlığa başlatmıştı ama ben küçüktüm, gezerdim oynardım.

Kemal GÜRAN: Babanızın ve annenizin ismi nedir?

Abdullah İŞLER: Annemin adı Ayşe, babamın adı Hasan. Babam “Molla Hasan” diye tanınır veya “Humanın Hasan” derlerdi, annesinin adı Humaymış. Babamın üçüncü hanımından doğdum. İlk hanımı ölmüş, o hanımından bir ağabeyim vardı, Hasan Hüseyin diye, Kızılcahamam'da kaldı, müezzinlikten emekli oldu, Kızılcahamam'da vefat etti. Sonra ağabeyinin hanımı ile evlenmiş, onunla geçinememiş ve ayrılmış, ondan sonra annem ile evlenmiş. Annemin de ilk kocası Yemen tarafında kalmış ve daha sonra annem ile babam evleniyor. Bu evlilikten dört erkek çocukları oluyor ve babamın önceki evliliğinden de bir oğlu vardı, onunla birlikte beş oldu. Annemin ilk evliliğinden bir kızı vardı, adı Zühre. Allah rahmet etsin o da vefat etti. Babam ile evliliğinden bir kızı olmuş fakat o da kırkı çıkmadan vefat etmiş. En büyüğümüz Hasan Hüseyin İşler vefat etti, diğer ağabeyim Musa İşler iki yıl önce vefat etti, şimdi de benden küçük iki kardeşim var, birisi Cafer İşler diğeri de Mustafa İşler.




Kemal GÜRAN: Hafızlığınızı Alpagut köyünde Hafız Ağa'da yaptınız, Hafız Ağa ile ilgili hatıralarınız var mı? Hafız Ağa'yı nasıl tanıyorsunuz? O dönemde Hafız Ağa'da sizinle beraber hafızlık yapan arkadaşlarınızla ilgili hatıralarınız var mı?


Abdullah İŞLER: Allah rahmet eylesin, biz Hafız Ağa'da talebelik yaparken, o dönemlerde Hafız Ağa talebelere karşı sert, heybetli ve disiplinliydi, tolerans göstermezdi. Hafız Ağa'yı köyün bir yerinde görecek olsak korkumuzdan kaçardık, yanına yaklaşamazdık. Bir hatıramı aktarayım, Alpagut köyünün Eylen denen bir yerinde duruyordum, Hafız Ağa gelmiş, yukarıya dikilmiş, kayaların yanından bana nasıl bir seslendi, ben de suya girmiştim, sesini duyunca ben de korkudan kıyafetlerimi apar topar nasıl aldıysam köyün bir yerine kaçtım. Benim talebelik dönemlerim bu şekilde ciddi geçti ve İstanbul'a gidip geldiğim zaman Alpagut'a gelirdim, her geldiğimde namazda bulunmamı ve okumamı isterdi.

Kemal GÜRAN: Hafız Ağa güzel okuyanları çok severdi, güzel okumaya âşık bir adamdı.

Abdullah İŞLER: Bir gün Hafız Ağa benim kaldığım evin kapısına kadar geldi, beni sormaya gelmiş, ben de Zeliha Ebe'ye “hasta olmuş yatıyor de olmaz mı?” dedim. O gün köyün camiine gitmedim, Hafız Ağa köye vardığımızda okumamız için sıkıştırırdı. O zamanlar köyde sohbetler iyi oluyordu, hafızlığı bitirdikten ve Hafız Hasan Akkuş'ta okuyup geldikten sonra köyde fazla kalamadım.

Kemal GÜRAN: Şimdi gelelim İstanbul safhasına.


Abdullah İŞLER: Nur-u Osmaniye Camiine Hafız Hasan AKKUŞ Hoca Efendiye okumaya gittim Allah rahmet eylesin. Çamlıdere'nin Elmalı köyünde Manifaturacı Hasan vardı, ona katıverdiler, o bizi İstanbul'a götürdü. Orada bir handa yattık.


Kemal GÜRAN: İstanbul'a ilk gidişiniz hangi yılda ve şartlarda oldu?


Abdullah İŞLER: 1945'te kamyonla gittik. Ben 1945 yılında okumak için İstanbul'a giderken köydeki komşular hepsi aralarında para toplayıp, bize verdiler.


Kemal GÜRAN: Köylü aralarında para topluyor, İstanbul'a talebe okutmaya gönderiyorlar.

Abdullah İŞLER: Evet, aynen öyle oldu. Babam köyde dibek döverdi, bağlarda kazma kürekle çalışırdı, işçilik yapardı, Allah rahmet eylesin, bu şekilde geçimini sağlardı ve bu şekilde çocuk okutmaya çalışırdı. İstanbul'da Hacı Fahri Efendinin evinde yatar kalkardık. Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendide de her gün talim okumaya giderdik. Allah bilir ama “Sübhaneke”de on beş gün filan da kaldık. Çok değişik bir şey yapıyorlardı.Kur'an-ı Kerim'i baştan sonra kadar bitirdikten sonra da Talim Terbiye cemiyeti yaptılar, benim yanımda Rizeli yaşlı bir adam vardı, beraber diploma aldık.


Kemal GÜRAN: Peki, o safhada Arapça okuma oluyor muydu?


Abdullah İŞLER:Benim askerliğim Topkapı Maltepe'de oldu, askerde bir yedek subay beni emir eri yaptı, o zamanlar kışlalarda namaz kılınıyordu. Arapça okuma işini ben asker iken yaptım. Azakzade Apartmanında Musa Kazım diye bir hoca vardı Allah rahmet eylesin, onda Arapça okurdum. O zamanlarda Rıza Çöllüoğlu Hoca Efendi Fatih Camiinde müezzinlik yapardı. Ben Rıza Çöllüoğlu Hocada, “Emsile, Bina, Maksut” okuduğumu hatırlıyorum. Diğerlerinde de okuyordum ama onlar pek iyi anlatamıyorlardı, Rıza Hoca Efendi güzel anlatıyordu, o zamanlarda Akdoğanlı Sezai Efendi vardı, o da Rıza Hoca'da okudu.

Kemal GÜRAN: Hafız Hasan AKKUŞ Hoca hakkında bize nakledebileceğiniz anılar nelerdir?

Abdullah İŞLER: Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendinin Nur-u Osmaniye Camii içinde bir Kur'an kursu vardı, biz oraya okumaya gidiyorduk, mesela bir gün “Sübhaneke” okumaya giderdik, okurduk, çalışırdık, oradan çıktıktan sonra ertesi gün tekrar çalıştığımız dersi verinceye kadar yapacak bir iş yoktu, boştuk. O zamanlarda bizi bir yöneten olsaydı, mesela medrese şeklinde veya mektep şeklinde bir eğitim sistemi olsaydı, günlük bazı dersleri okutsalardı demek ki daha başka olacaktı. Allah hepsinden razı olsun, o kadarı da oldu, buna şükür. Rahmetli Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendi ile bizim fazla bir iç içe sohbetimiz yoktu, derslerden tanırdık bir de cuma günleri hutbe okurdu. O zamanlarda cuma günleri bir usul vardı; caminin meşhur hocaları Kur'an-ı Kerim okurlardı, biz rahmetli Hasan Akkuş Hocayı dinlemek için yanına yaklaşırdık, o mahfilde okurdu, orada dinlerdik, çok hoşumuza giderdi. 1964'te Ankara'da Hacı Bayram Camiinde Mustafa Maden'in tertip ettiği bir toplantı oldu, İstanbul'dan Hasan Akkuş rahmetli ve daha başkaları vardı, ben de Mısır'dan yeni gelmiştim. Beni konuşmam için kürsüye çıkardılar. Ben bir konuşma yaptım, “Muhterem hocalarımız burada, aramızda bulunuyorlar, bizlere güzel bir Kur'an ziyafeti verecekler” dedim. Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendi ile Cami'den çıktıktan sonra görüştük ve daha sonra da görüştüğümüzü hatırlamıyorum.

Kemal GÜRAN: Mısır'a nasıl gittiniz?

Abdullah İŞLER: Ben askerliği bitirince, askerlik arkadaşım Malatyalı Ahmet Ramazan ile beraber Mısıra gitme işi oldu. Ahmet Ramazan bana, “ben Mısıra gideceğim” ben de ona, “ben de Mısıra gideceğim” derken ikimizi bir Mısır sevdası aldı, askerliği bitirince ben köye gelmeden evvel, Hacı Fahri Efendiye fikrimizi anlattık o da bize pasaport almamız için yardım edeceğini söyledi, helalleştik, pasaportu çıkarttık. Pasaportu çıkarttıktan sonra vize almak gerekiyor, Mısır herkese vize vermiyordu, Allah rahmet eylesin Mustafa Runyun Hoca Efendinin Mısır konsolosuyla arkadaşlığı varmış, bize vize çıkarttı. Daha sonra köye geldim, köyde anamı, babamı ziyaret ettim, ben Mısıra gideceğim için acele etmek istedim, köyde ziyareti kısa tutmak istiyordum. Annem ve babam razı olmadı bana, “köyde birini bulalım evlen” dediler ve beni alelacele Alpagut köyünden biriyle nişanladılar. Ben bir iki ay sonra anneme babama, “ilim söz konusu olursa Allah günah yazmazmış, hocalarımdan duydum, ben gideceğim” dedim. Ben diretince gene köylü bana üç beş kuruş para toplayıverdi, o parayla İstanbul'a gittim. İstanbul'dan Hacı Fahri Efendi Allah rahmet eylesin biletimizi alıverdi, vapurla Mısır'a gittik. 12.ayın 16'sında İskenderiye'ye indik.

Kemal GÜRAN: Bütün tahsiliniz o zaman Mısır'da oldu değil mi?

Abdullah İŞLER: Evet, ortaokulu, lise, üniversite tahsilini Mısır'da yaptım.

Kemal GÜRAN: Hangi branşı bitirdiniz?

Abdullah İŞLER: Benim bitirdiğim Bölüm Külliyet-i Şeriyya , İslami Hukuk Fakültesi oluyordu, daha sonra “Medeni Hukuk” getirdiler bir sene de onu okudum. Bu arada Türkiye'de 1960 senesinde ihtilal oldu, 60 ihtilaline kadar Türkiye'ye her sene gelir giderdim, ihtilal olduktan sonra Türkiye'ye 3-4 sene gelemedim, orada kaldım. Yunanistan ve Gümülcine'de yaşanan bazı olaylar ile ilgili konuşmalar yapmıştım, Türkiye'ye geldikten sonra polisler epey beni sorguladılar, konuşmaları araştırdılar, o zamanlarda tutuklama olmadı ama adına mimleme dedikleri ismimi not alma oldu.


Kemal GÜRAN: Peki, Gümülcine'ye ve Yunanistan'a oradan ne için gidiyordunuz?

Abdullah İŞLER: Ramazan'da vaaz etmek için gidiyordum. Hatırlayabildiğim kadarıyla 3 sene gittim. En son 1959 senesinde gittim, daha sonra İhtilal olunca gidemedik. 1963 Ağustos ayında Kahire'den Avrupa vapuruyla ayrıldık, Vapurla evvela İspanya, Fransa, İtalya'ya gittik oralarda epey kaldık.


Kemal GÜRAN: Türkiye'de hangi görevlerde bulundunuz?

Abdullah İŞLER: 1970'de Polatlı'da müftü olarak görev aldım. 13 ay görev yaptım ve daha sonra Milli Selamet Partisi kuruldu. 1973'de Partiden bana geldiler illa sen seçime gir dediler ve nasıl olduysa beni ikna ettiler. Seçimlerde kazanamadık, sonra Mengen'e vaiz olarak gittim, orada bir iki sene kaldıktan sonra Ankara'ya vaiz olarak geldim. Daha sonra İzmit Gölcük'e vaiz olarak gittim. Gölcük'te bizim Ahmet Sami talebeydi, orada on bir ay kaldıktan sonra 1987'da emekli oldum. Emekli olduktan sonra Avrupa'ya gittim, emekli olmadan evvel bir defasında Süleyman Ateş Diyanet Reisi olmadan bizi (50 kişi) Avrupa'ya gönderdiler. O zaman ben Berlin'e gittim, Berlin'de bir ramazan ayında kaldım geldim. Daha sonra da emekli olunca tekrar Berlin'e gittim. Orada bir iki sene kaldım. Türkiye'ye geldiğimde bir rahatsızlık geçirdim, safra kesesinde taş varmış onu aldırdıktan sonra bir müddet gidemedim. O arada benim yerime bir Hoca tutmuşlar, daha sonra Berlin'den bir telefon geldi beni başka bir camiye çağırdılar ve oraya gittim. Berlin'den de iki sene sonra (1990'da) geldim.

Kemal GÜRAN: Sizin tasavvufi hayatınız var mı?


Abdullah İŞLER: Türkiye'ye 1963'te geldim, ertesi sene 1964'te bizim Kızılcahamam'daki Osman Emiroğlu ve bir de Kızılcahamam'da Salih adında bakkal vardı, üçümüz İstanbul'da Mehmet Zahit Kotku Efendiyi ve Hacı Sami Efendiyi ziyaret edelim diye kararlaştırdık. İstanbul'da Mehmet Zahit Efendiyi ziyaret ettik, oradan da Hacı Sami Efendiyi ziyarete gittik ve bizim Bakkal Salih dedi ki, “Efendim biz sizden ders almaya geldik”. Hacı Sami Efendi, “Bizim âdetimiz ders almak isteyene istihare yapmasını önermek, siz istihare yapın, sonra neticesine göre durumu bize bildirirsiniz, gelirsiniz, görüşürüz” dedi ve ekledi, “biraz tövbeye devam edin, biraz nafile oruç tutmaya, gece kalkabilirseniz ibadet etmeye çalışın” dedi. Daha sonra oradan ayrıldık ve istihareyi öğrendim, daha sonra ben ikinci defa tekrar gittim. Geldiğimde tekrar istihare yaptım, ayan beyan o zamanları güzel oluyordu demek ki açık görmüştüm.
İstihare de şöyle; İstanbul'da kendimi Beyazıt Camii'nde görüyorum, eski camilerde kürsünün üstünde parmaklıklar vardı, orada oturur, sohbet ederlerdi. Camiye girdikten sonra o parmaklıkların etrafında güzel giyinmiş insanlar oturuyordu ve sordum, “Neden burada oturuyorsunuz?” dediler ki, “Şimdi buraya bir zat gelecek, o zat bize konuşacak biz onu bekliyoruz” dediler. Ben de beklemek istedim ama parmaklıkların arasından içeri giremedim dışarıda kaldım, bahsettikleri zat geldi, ben o zatı tanıdım, daha önce de görüşmüştük. Kürsüye çıktı konuşmaya başlamadan önce bana baktı elinde iki tane farklı renklerde kitap var, birisinin rengini gül rengi diğerini de kül rengine yakın gördüm. Hacı Sami Efendi bana rüyamda kitapları uzattı verdi, ben uyandıktan sonra tekrar İstanbul'a gittim. Hacı Sami Efendi bana, “İstihare yaptın mı?” dedi ben de, “Evet Efendim” dedim istihareyi anlattıktan sonra bana dersi verdi. O zaman Hacı Sami Efendi Hazretlerine intisap ettim ve böylece devam ettim. Daha sonra Hacı Sami Efendi Hazretlerinin vefatı üzerine Hacı Musa Efendi aldı ona devam ettim, daha sonra da oğlu Osman Nuri Efendiye intikal etti, şimdi de öylece devam ediyoruz.

Kemal GÜRAN: Yayınlanmış eserleriniz var mı?

Abdullah İŞLER: Ben bir eser yazma işini yapamadım, okulda eğitim iyi değildi, bize nasıl çalışmamız gerektiğini söyleyecek ve yön verecek bir öğretmenimiz hiç olmadı. Benim eğitim hayatım eski medrese usulü ile oldu Allah'a şükürler olsun. Bir zamanlar kitap tercümesi yaptım. Fakat o zamanlarda kitap basmak ve satmak zordu. Diyanet İşlerinde mütercimlik yapıyordum, Prof Dr. Eyüp Sanay Hoca ile bir kitabı tercüme etmeye karar verdik ve çalışmaya başladık. Ben tercüme edip Eyüp Sanay'a veriyordum, o da tercümeyi düzeltiyordu. Kitabın taslağını çıkardık ve hemşehrimiz Hüdaverdi Çakır kitabın basılmasında yardımcı oldu, kitabı çıkardık. Kitabı satmak için yayınevlerine gittik, yayınevleri bize kitabın maliyet bedelinin altında bir miktar ödeme sundular. Uygun bulmadığımız için kendi imkânlarımızla satmaya karar verdik, bazı camilere ve bazı kişilere kitap dağıttık ama onun da faydasını görmedik.

Kemal GÜRAN: Eserin sahibi kim?

Abdullah İŞLER: Mısırlı bir yazar, o kitaplar satılmadı, satılsın diye verdiğimiz kitaplar da geri dönmedi. Elimde kalan kitapları Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin kütüphanesine verdim.

Kemal GÜRAN: Kırgızistan'da da görev yaptınız, biraz da ondan bahseder misiniz?

Abdullah İŞLER: Anadolu Finans Kurumundan beni “Dini Müşavir” olarak istediler. O sırada ESYAV'a öğrencilere ders vermeye de geliyordum. Kırgızistan azatlığını almıştı, Mustafa Kalfaoğlu, Ahmet Kaya, Mustafa Kaya oraya gitmişler, orada vaktiyle Sovyetler döneminde yazarların, yaz ve kış tatillerini geçirdikleri bina yapılmış o binayı Mustafa Kalfaoğlu kiralamış. Onlar da benimle görüştü, bana “oradaki Kırgızların İslamiyet hakkında hiçbir şey bilmediklerini, Müslüman olduklarını söylüyorlar ama bir şey bilmiyorlar” dedikten sonra, onlara İslamiyet hakkında bilgi vermek konusunda yardımcı olmamı istediler. Ben de onlara oraya gideceğimi söyledim. 1992'nin 9. ayında Kırgızistan'a gittim, iki hafta orada kaldım ve oraya dini açıdan gidilmesinin mecburi olduğu kanaatine vardım. Ben tekrar 1992'nin 12. ayında Kırgızistan'a gittim ve oraya ilk zamanında altmış talebe koyduk, ben Kırgızistan'da dokuz sene kaldım.

Kemal GÜRAN: Dokuz yıllık Kırgızistan göreviniz esnasında ne kadar talebe yetiştirdiniz ve nasıl bir eğitim yapıyordunuz?

Abdullah İŞLER: Kırgızistan'da eğitim şöyleydi; Türkçe öğretiyorduk, Arapça öğretiyorduk, din eğitimi ve hafızlık eğitimi veriyorduk. Talebelere ilk senelerinde Kur'an-ı Kerim'i okumayı ve Amme Cüzünü öğretiyorduk, imamlığın şartlarını öğretiyorduk yani talebeler ilk senesinin sonunda imam olabiliyorlardı. Talebelerimizden hafızlığı bitiren 60 kişi Pakistan'a gittiler, Suudi Arabistan'a gittiler, Mısır'a gittiler ve fakülte bitirdiler. Daha sonra medrese açtılar. Biz her sene 70 talebe alıyorduk ve onların arasından 20'si devam edemiyorlardı ama her sene 50 talebe okumaya devam etti ve böylelikle 450-500 talebe yetiştirdik. Bize Asya'nın değişik yerlerinden gelen talebeler vardı, Özbekistan'dan, Kazakistan'dan, Türkmenistan ve bunun gibi civarda duyanlar geldi. Kimi zaman bana Rusya'dan, Pakistan'dan, Kazakistan, veya Mısır'dan yetiştirdiğim talebelerim telefon açarlar, hal hatır sorarlar.

Kemal GÜRAN: Sizin orada eğitim verdiğiniz medrese daha sonra fakülteye mi dönüştürüldü?

Abdullah İŞLER: 2001 senesi diye hatırlıyorum, fakülteye çevrildi ve Kırgızistan'daki bir Müftülüğe bağlı İlahiyat Fakültesi gibi oldu fakat zamanla Diyanetin bir şubesi gibi eğitim vermeye devam ediyor. İstanbul'dan Aziz Mahmut Hüdai Vakfı maddi olarak desteklemeye devam ediyor. Mesela orada eğitim verdiğimiz talebelerden buraya gelip de İstanbul Haseki'de kalanlar da oldu ve öğretmenlik yapanlar da var. Orada benim eğitim verdiğim ve şu an orada görev yapan benim tahminime göre 100'ün üstünde talebemiz var.

Kaynak: http://www.esyav.com/ESYAVbulteni/2009temmuz-agustos/abdullahisler.html




2 Yorum - Yorum Yaz
@

NİYET HAYIR AKIBET HAYIR


Hava Nasıl Olacak
Takvim
Üyelik Girişi